Friday, May 18, 2007

baş mareşal rocky balboa!

Çok küçüktüm be... küçücüktüm ilk yumruğunu gördüğümde vay be! demiştim, acaba ben de atabilir miydim öyle yumruk? Çıkabilir miydim merdivenlerden mirkelam gibi selamlayabilir miydim halkı kerim abim selamlamışçasına, kana kana buram buram memleket toprağı elimde... Dedim ya, ufacıktım beyler bilmiyordum hiçbirşeyi, hazırlıksızdım bu acımasız hayata.

Yıllar geçtikçe delikanlılık rehberimiz oldu rocky serisi, onun gibi çarpıştık sokaklarda onun gibi aradık aşkımızı merttik sürdürmedik kendimize leke, gotik peşinde değildik onurlu bir Adrian aradık hep. Nasıl anlatsam bilemiyorum dostlar, çok şey demektir rocky bizim için: kendimizi savunmayı öğrendik, haklıyı haksızı öğrendik, adaleti savunmayı öğrendik ondan...

Ivan drago’yu patakladığında sovyet genel sekreterinden önce bizzat ben alkışlamıştım rocky’yi. çokça zaman geçmişti bu hadise üzerinden, duyum aldık 6. film geliyor diye. Belli ki rocky güzel bitirmek istiyordu, taçsız kral tacını takacaktı bu filmde geçmişe göz kırpıp wish luck diyecekti. Nasıl heyecan bastı dün gibi aklımda, belki ben de çocukluğumu bulacaktım bu filmde belki rocky bana birkaç laf daha edecekti adam olma yolunda. Heh, diye gülümsedim, zaman adam yapmış mı bakalım bizleri.

***

Film başladı alla allah dedim rocky botox mu yaptırmış bana mı öyle geliyor, sonra toparladım kendimi olamaz böyle şey diye, yanılıyorumdur. Film biraz ilerledi baktım Adrian ölmüş... Nasıl bir hüzün sardı içimi anlatamam; hakkı bulut oldum bir an için ahh’ladım derinden ve sevincim bir daha yerine gelmeyecek şekilde kavanozda biten küp şekerler gibi. Bizim rocky çok ama çok yaşlanmıştı dostlar kükreyemiyordu enginlere artık ve hayatındaki hiçbirşey eskisi gibi değildi. Sokakta laf atanlara iki yumruk atamaz hale gelmişti banu alkan gibi olmuştu vücudu.

Film bir şekilde bitti. dördüncü filmi nerden baksanız 3 gün 3 gece alkışlayıp koyun kesen ben, öylece kalakalmıştım ekrana bakaraktan. Sessizdim çünkü şaşırmıştım, çayım soğuktu çünkü içememiştim, dünya yuvarlaktı çünkü ilk geminin bacası gözüküyordu... Küçük bir beyin fırtınasından sonra anında koyuldum araştırmama, neler olmuştu filmde gösterilmeyen o yayla gibi süreçte? Adrian neden ölmüştü sordum ister istemez kendime, bu botox ta neyin nesiydi? Bulduklarım hoş değildi beyler, hiç hoş değildi...

***

Adrian bacımızdır rocky’nin yaresidir paresidir diye ilk oradan başladım araştırmaya. Ama hayat istediğimiz gibi olmaz çoğu zaman; yüzlerce acı gerçeğe çarptım araştırmalarımda, kanadım hem de çok kanadım kalbim pompalayacak kan bulamadı.

geçen gün araştırmalarımdan biraz olsun da sıyrılıp şarabımı alıp televizyon başına geçtiğimde haberler yine siyasete bulanıktı. Mesut yılmaz’ın siyasete geri dönmeyip dönmeyeceğini tartışıyordu şu bizim amcalar(amcalar dedik ya hani kimse anlamadı işte o amcalar)! Birden mesut yılmaz’ın görüntüsü belirdi televizyonda birine benziyordu mesut ama doğrusunu isterseniz o an çıkaramamıştım; oysa yem usulca yanıma yaklaşmıştı!



Hemen telefonlarıma sarıldım nasıl olurdu bu benzerlik bir huysuzluk sardı içimi bilinmeyenin karanlığında körelmektense gerçeğin ışığında güneş yanığı olmayı tercih etmiştim çoktan. Hemen en sağlam adamlardan fatma girik'i aradım sordum soruşturdum neydi bu işin aslı?

Ayıldığımda yerdeki telefonu gördüm elimden düşmüştü muhtemelen, hava ise çoktan kararmıştı. Telefonda duyduklarım hayatımın en büyük acısının temellerini atıyordu: öğrendim ki rocky seneler önce ufak bir makyajla mesut yılmaz kılığına girmiş ve almanyaya yerleşmişti. Adrian onu köyevinde odun taşıyor diye bilirken bizim rocky! alamanyaya gidip çok afedersiniz karı ile kız ile fingirdemişti. Adrian’ın haberini alması çok uzun sürmemişti ve yüksek dozda acıdan hayatını kaybetmişti. Nasıl yaptın rocky bunu soruyorum nasıl! Şimdi susuyorum.... son paragrafta görüşelim.

bari mezarına sahip çık be rezil!

Tüm bunlar bende olağanüstü bir yıkım süreci başlattı beyler eskisi gibi yürüyemiyordum artık, kapının kulpunu da arar olmuştum neredeydik biz güzel miydi yaşadığımız yer göremez olmuştum güneşin çocukları selamladığı zamanı, ah, bilmiyordum... Şu yazıyı yazacak gücü bulamamıştım inanın, inanın çocuklar...

Kendimi biraz toparladıktan sonra ürkek bir çocuk gibi elimi gözlerimin önüne koyup devam ettim araştırmaya. Çok ama çok acı başka bir gerçeğe saplanmam uzun sürmemişti: filmde gösterilen adrian balboa’nın mezarı aslında onun mezarı değildi... peki kimindi bu mezar kimindi bu uğruna ağıtların yakılacağı ağlar ise anaların ağlayacağı mezar? Siz yorulmayın ben söyleyeyim: alirıza binboa.



baş mareşal rocky balboa!

ey rocky, sana saygım hep sonsuz oldu ve tanıdığım insanlar var ki senin için öldüler, öldüler! Tangıtla yapıştırdılar posterlerini yataklarının başucuna, abi bellediler seni en delikanlı tartışmada senin sözlerinden alıntı yaptılar. Peki şimdi sana soruyorum: ne ödülü vereyim sana ne istersin? hadi bakalım baş mareşal yaptım seni rocky, bize bu şerefsizliği yaptın ya adrian’ı kederinden öldürdün ya... bize acımıyorsan, adrian’a acımıyorsan tohumun olan küçük bebeye acı be kepaze! Filmde anlayışlı baba düşünceli baba ayarları vermeyi biliyorsun, ne hakkın var, soruyorum ne hakkın var? Yok köpeğin adını punchy koymalar falan... napıyon oğlum kendine gel şş! Akıllı ol o verdiği eldivenleri geri almasını da bilir bu halk, o kadar keriz değil benim insanım. okuyuculara daha henüz herşeyi anlatmadım, hem onları üzmemek istedim hem de kendine çeki düzen vermen için sana bir şans tanıdım. Ama peşini bırakmam raki, inan bırakmam: unutma, bu ülkede geceleri bazı gerçekler uğruna uyumayanlar var!